Page 65 - yesil_ekonomi
P. 65
Bugüne dek yapılmış pek çok akademik çalışmada, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele amacıyla
karbon vergisi ya da emisyon ticaret sistemi benzeri politika araçlarını uygulamadığı senaryolar
incelenmiş ve 2030’a veya 2040’a uzanan dönemlerde makroekonomik büyüklüklerin ve emisyonların
ulaşabileceği düzeyler tahmin edilmiştir.
Bu baz patikalar üzerine kurgulanabilecek politika senaryoları, söz konusu çalışmalar özelinde 2.
Bölüm’de özetlenmiştir. Bu bölümde ise incelenen baz patikaların özellikleri ve sonuçları üzerinde
durulacaktır.
Türkiye üzerine yapılmış olan ilk iklim politikası analizlerinden biri olan Kumbaroğlu (2003)’e göre
hiçbir yeni iklim politikası uygulanmadığı durumda (bu çalışma özelinde incelenen iklim politikaları
NOx ve SO2 vergileridir), milli gelir 2030’da 759,6 milyar ABD doları civarında kalabilecek, yatırımlar,
ihracat ve ithalat ise sırasıyla 291, 227 ve 241 milyar ABD doları civarında seyredecektir. Kumbaroğlu
(2003), NOx ve SO2 vergilerinin değişik oranlarda devreye girmesiyle milli gelirin 2030 itibarıyla 760,4
milyar dolara kadar çıkabileceğini, yatırımların 294 milyar dolara, ihracatın 227 milyara varabileceğini,
ithalatın ise 233 milyar dolara inebileceğini göstermiştir.
İklim Krizi Farkındalığı, Yeşil Ekonomi ve İklim Finansmanı Kavramlarının Gelişimi
İklim krizi kavramı ve farkındalığı özellikle son yıllarda yükselişte olmakla birlikte, bu durumun çok
da uzun bir geçmişe dayanmadığı görülmektedir. İklim krizi ile mücadelede öncü bir kurum olarak
kabul edilen Birleşmiş Milletler, iklim değişikliği kavramını ilk kez bir deklarasyonda 1972 yılında
kullanmıştır.
5-16 Haziran 1972’de İsveç’in başkenti Stockholm’de gerçekleştirilen ilk Yeryüzü Zirvesi’nde, iklim
değişikliği kavramına atıf yapılırken, hükümetlerin de iklim değişikliğine yol açabilecek aktiviteler
hakkında dikkatli olması ve iklim etkilerini gözetmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu Zirve’nin önemli
sonuçlarından bir diğeri de Birleşmiş Milletler Çevre Fonu’nun kurulmasıdır. O yıllarda, iklim ve iklim
finansmanı gibi kavramlar ajandanın üst sıralarında yer almaktan çok uzak olsa da, değişim ihtiyacının
finansman gereksinimi de doğurduğunun somut bir kabulü olarak bu fon not edilebilir.
Takip eden 20 yıl içerisinde atmosfer kaynaklı sorunlar ve oradan hareketle iklim değişikliğine dair
riskler, daha fazla sayıda küresel oyuncunun dikkatini çekerek farkındalık ajandasında üst sıralara
tırmanmaya başlamıştır. 1988-1989’un iklim değişikliği konusunun sözlü farkındalıktan çıkıp politika
dokümanlarına girmesi konusunda önemli yıllar olduğu söylenebilir. “Yeşil Ekonomi” kavramı da yine
bu tarihlerde gündeme gelmiştir. Yeşil ekonomi; ilk kez Pearce, Markandya, Barbier (1989) tarafından
kullanılmış olan ve 30 yaşını henüz geride bırakmış çok yeni bir küresel olgudur. Birleşmiş Milletler
Çevre Programı (UNEP) tarafından “Sosyal denkliği ve refahı artırırken, çevresel riskleri ve ekolojik
kıtlığı azaltan” bir çerçeve olarak tanımlanan yeşil ekonomi, çok kapsamlı ve çok aktörlü bir dönüşümü
zorunlu kılmaktadır.
www.time-medya.com 65